19 Ocak 2011 Çarşamba

Deneme - Odriye


Geçen sene tiyatro kursuna katılmıştım, çalışmalardan biri de "karakter yaratma" ile ilgili idi, daha çok yaratılan karakterin sahnelenmesi tarzında bir çalışma beklenmiş de olsa, yazmayı seven biri olarak kendim için birşeyler karalamıştım. Tamamen deneysel olan bu ürün laptopumun unutulan folder larında sıkışıp kalmasın dedim, sizlerle de paylaşmak istedim..:) Kabul biraz uzun, bölüm bölüm yayınlayacaktım ama  tek avazda çıksın dedim:)

********************************

Neden hep isim söylenerek başlanır bir insanı anlatmaya? Kendisi ile ilgili en ufak bir ipucu içermez oysaki.. ismini kendi seçemez bile insan, birileri uygun görüp verir ve hayatı boyunca onu kullanır. Nedenini düşünmeden yaptığı bir çok şey gibi..  En mantıklısı Kızılderililerin gelenekleriymiş aslında, kişinin ismini hak edecek bir davranışı olması beklenirmiş.Belki o zaman ismi, “zaman donduran” veya “anı avcısı” olurdu..

Odriye.. Nüfus memurunun yazım hatası değil, tamamen bilinçli seçilmiş bir isim.. Annesinin  Audrey Hepburn hayranlığından yola çıkan, “Audrey” nin okunuşunu alan ama erkek ismi ile karıştırılmasından da korkan bir düşüncenin ürünü Odriye.. Yaklaşık 24 yıldır bu isimle çağrılıyor, ama bu ismi pek sevdiği de söylenemez. Okul yılları boyunca nefret etmiş, sürüden bir yönüyle farklı olmanın cezasını çekmiş.. Zaman geçtikçe ise, hem herkeste bu isim olmadığı için ve hem de bir hikayesi olduğu için benimsemiş.

Çocukluk yıllarından bir anı isteseniz, annesiyle seyrettiği siyah-beyaz, eski filmler gelir ilk olarak aklına.. Özellikle Rita Hayworth,  Grace Kelly  ve tabii ki Audrey Hepburn.. Annesi, babasıyla tanışıp evlenmese, bir Audrey Hepburn olacağını söyler hep.. Gençlik aklı deyip, biraz kırgın, çokça kendine kızgın geçiştirir kendi açtığı konuyu.. Aslında, fiziksel olarak benzerlikleri de vardır, duruşu, minyon yapısı andırır. Odriye, annesinden kömür siyahı, sırtına doğru inen saçlarını ve koyu kahve gözlerini almış.. Her zaman çocuksu kalacağına inanacağınız kadar parlak, hep aklında bir macera varmış gibi heyecanlı bakar. Uzun bir de boynu olsa ve zerafetle taşıyabilseydi vücudunun üzerinde kafasını, belki daha fazla güvenecekti kendine.. Güzel ya da çirkin olarak tanımlayamayız Odriyeyi.. Kendi içinde tezatlıklarla dolu.. Yüzünün sert, köşeli ve kemikli yapısı ile küçük dudaklarındaki yumuşak gülümseme, gözlerindeki afacan çocuk ile her hareketin önceden düşünülmesi.. hatta ayak numarası ile boyu bile uyumsuzluk gösterir, 39 numara ayakkabılarını görünce en az 1,75 olarak tahmin edebileceğiniz boyu 1,55 de takılır kalır. Duruşu tüm bu tezatlıklarıyla gurur duruyormuşcasına mağrurdur, dimdik yürür, sanki etrafında olanlara yüksek bir tepeden bakıyormuş gibi bir ifade olur yüzünde.. Belki , çocukluk yıllarından kalma bir savunma mekanizması, etrafındakileri umursamamaya çalışan bir ifade gelişmiştir. Belki de; zor beğenen annesinin, biraz olsun beğenisini kazanabilmek için kafasının üzerine kitap koyarak yaptığı dik yürüme antremanlarının bir sonucudur.
Kendine güvenen ifadesi, annesinden özenerek almış olduğu bir duruştur, ama içini henüz dolduramamış tam olarak.. Annesi onun gözünde herseye ve herkese rağmen dimdik duran, yaşamayı sonuna kadar seven, her dakikasından keyif alan biridir. Her zaman bakımlı ve her zaman bir davete katılacakmış gibi hissettiren kıyafetleri ile göz alıcıdır onun için..Kızına da her zaman bakmlı olmasını tembihlemiştir, ama o kendine yakıştıramaz bir türlü. Fark edilmekten çok, kalabalıkta kaybolmak ister Odriye. Kot üzerine t-shirt tarzı giyimle sanki daha az fark edilecekmiş gibi gelir, daha rahat hisseder kendini.Ne kadar isterdi biraz olsun annesi gibi konuşabilmeyi, gülebilmeyi, biraz olsun onun gibi olmayı..O konuşmaya başladığında sanki etrafta herkes onu dinlemeye başlar, yanlış bile olsa söyledikleri herkes onunla hemfikir olur.
Yaşanan onca olaydan sonra, annesi sapasağlam ayaktadır. Kendi işini kurmuştur, kızıyla birlikte farklı bir siteye taşınmıştır. En sevdiği işi, kurabiye ve pasta yapımı ile ilgili küçük bir pastane açmıştır. Nişan, düğün gibi organizasyonlara da pasta hazırlar, işinin en sevdiği tarafı da bizzat kendisi teslim eder. Bazı teslimatlara Odriye de katılır. Üniversitede işletme okuduktan sonra, o da kendi sevdiği işi yapması gerektiğini anlamış, fotoğrafçı olarak çalışmak üzere bazı dergilere başvurmuştu. Okuduğu branşta çalışmak için birkaç iş değiştirdi, ama yapamadı. Annesinin bağlantılarıyla düğün-nişan fotoğrafları çekmeye başladı. Bazen de yemek dergilerine, yiyecek fotoğrafları çekiyor. Ama ona en çok keyif veren, birinin anısını bulduğu zamanlar olur. Özel gün fotoğraflarında da klasik fotoğrafların yanında, gün sahiplerinin hiç beklemediği, gözden kaçan detayların olduğu fotoğraflar çeker. Çok fazla konuşmaz, ama konuşmalara katılabilmek için neşeli grupların etrafında durur. Annesinin en sevdiği yanı, gittiği organizasyonlara katıldığında,girdiği ortama neşe saçması olur. Annesini seyreder hayranlıkla..
Ya onun başına gelseydi? Onun başına gelseydi, hayati karşısısna alıp o kadar sağlam durabileceğini zannetmez Odriye..
Kapıdan çıkışını bile görebiliyordu gözlerini kapatınca.. Evleri gözünün önüne geliyordu.
3 odalı bir apartman dairesi idi, 2.katta oturuyorlardı.Evleri ışık alırdı, tüllerin arkasına geçip hayalet gibi dolaşmaktan keyif alırdı Odriye. Koltukları eski tip salon mobilyaları idi, kenarları ahşap oyma, koltuk ve minderler desenli kumaş kaplı, kahve tonlarındaydı. İşlemeli kırlentleri annesinin yaptığını hatırlıyordu. Koltuklarda çok rahat etmezdi, ama minderlerini koltuktan alıp yere oturmayı çok severdi.  Henüz okula başlamamıştı, 4-5 yaşlarındaydı, annesinin içeride ağladığını duyuyordu, o ise sanki bulunduğu yere çakılmış etrafına bakıyordu. Babası yanından geçip gittiğinde, son kez olduğunu bilmesine rağmen saçını bile okşamamıştı, bir kez bile bakmamıştı yüzüne, o ise anlamıştı bir şeylerin yanlış olduğunu.. arka odada ağlayan annesi, etraftan gelen kafa karıştırıcı bir uğultu, babasının ayak sesleri sanki hepsi toplanıp tek bir şeyi işaret ediyorlardı. Bugün bile, gözlerini kapattığında babasını üzerinde siyah pardesüsü, başında kasketi ve elinde küçük bir valiz ile evlerinin beyaza boyalı ahşap kapısını açıp çıkarken görebiliyordu. Ama gözlerini her kapatışında farklı bir yüz görüyordu Odriye.. babası evi terk ettikten sonra, annesi bütün fotoğraflarını tek tek yırttığı için elinde tam bir fotoğraf yoktu. Bir daha hiç gözyaşı dökmedi annesi, en azından Odriye görmedi. Neden terkedildiğini hiç bilmedi, annesine de neden babasının gittiğini soramadı. O günden sonra, hep annesini korumak istedi, ama annesinin buna ihtiyacı olmadığını hissettikçe ve babasını özledikçe annesine sarıldı. Gittiği gün annesinin yırttığı fotoğraf parçalarını gizlice toplamış, yüzü yeniden oluşturmaya çalışmıştı, ama hiçbir fotoğrafta çok net değildi. Özledikçe, yırtık fotoğrafı oluşturmaya çalıştı.

İlk fotoğraf makinasını aldığında, lisedeydi. Fotoğraf kursu ilanını gördükten sonra, hem kursa katılmış, hem de o zaman için idare eder sayılan bir makina almıştı. İnsan fotoğrafları çekmeyi seviyordu, manzara fotoğrafını da kurs sırasında denemiş, ama anlamsız gelmişti, fotoğraflar tab edildikten sonra farkettiği çok fazla detay yoktu.. İnsan fotoğrafları farklıydı.. Yüzlerini inceliyor, neye nasıl sevindiklerini veya üzüldüklerini anlamaya çalışıyor, gördüklerini kendi anısıymış gibi kabul ediyordu. Zaman geçtikten sonra bile, insanların yüzleri, hareketleri ona aynı duyguları veriyordu. Fotoğraf çekmenin keyfi dışında, bunu bir görev gibi de algılıyordu. Yıllar önce parçalarını birleştirmeye çalıştığı fotoğraf, belki bir gün karşısına çıkacaktı.Bu nedenle özellikle yüzleri çekiyordu. Yüzlerde bir benzerlik bulmaya çalışıyordu, hatta bazen elindeki yırtık fotoğrafla yanyana getirmek zorunda kaldığı bile olmuştu.

Babasının terk edişinin nedenini tam olarak bilemese de, konu komşunun sunduğu farklı alternatifler vardı. Bunlardan birini seçebilirdi, ama o daha çok kendi üzerine almıştı. Terk edilmiş olmanın burukluğunu 20 senedir duyuyordu. Daha fazla terk edilmemek için, çok fazla bağ da kurmamaya çalışıyordu. Günü geçirecek kadar… Kurduğu beraberlikler de karşı tarafın terk etme olasılığına karşın, çok kısa sürede bitiyordu. İlişkilerin başlangıcında, normal biri olmak istediğini kendine tekrarlıyor, terk edilme gibi bir fikrin kendisine saplanmasına engel olmaya çalışıyordu. Ama zaman geçtikçe, kendi kendine huzursuzluk duymaya başlıyordu. Ya çalan telefon, “artık hayatında değilim” in söylendiği telefon ise?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlarınız bizim için çok değerli :)